Kısa Kısa
“benim söylemek için çırpındığım gecelerde siz yoktunuz” diyordu Özdemir Asaf yalnızlığı şiirleştirirken…
hepimiz bir sis’in ardında değilmiyiz hocam; bir sis’in ve sesin… belki bir kafesin!
bir şair yüreği taşımak hadi iyidir diyelim ve fakat bir şair ‘farkındalığı’ taşımak zor.
ama
lakin
adına yaşamak dedikleri günlük alışkanlıklar, rutinler, denizi görmeden bir deniz kenarında yürümeler, balığa gitmek, kuşlar uçurmak gökyüzüne ya da ince belli bardaktan çay içmek daracık mekanında Harun’un…
ve sonra gecenin dilini kuşanmak…
elhasıl: yazmak…
ve ben yazdıklarınızda bir şairin, ressamın, müzisyenin, kafa ve gönül sahibi bir hekimin portresini görüyorum: sanatkar bir ruhun tasavvur ve tahayyülde zenginliğini…
Bir gün balığa gidelim; balık bahane…
Muammer Yeşilyurt’a:
Genç adam, hep yanımda buldum seni… giderken de, geldiğinde de…
çünkü, evet çünkü sesimiz aynı kubbede yankılanıyordu…
ister mabed de, ister asuman.. bir de iç sesimizdi bu… sahiden, sahici, iç sesimizdi yani fıtrat; yani insan ve elbette yalnız ve fakat dua gibi: adresi aynı…
yani kalbden, kalbin sahine…
—
“son mektup” mektubunu okudum, orada dediğin gibi “yorulmamalısın”…
yoldasın, yolbaşındasın, yoldayız çünkü yolcuyuz…
—
Bu bir yarışma değildi; anlamışsındır.
Bu, etrafına bakmadan “ben varım” diyen seslere kulak vermekti…
ve duyduğum seslerle yalnız olmadığımı hissettim. yalnız değilsin…
siz ses verdiniz, biz kitabla mukabele edeceğiz. Hepsi bu…
orada olduğunuzu bilmek güzel.
İsa 12/2008
Vedat Ali TOK’dan…/../..
A.Kahraman’a 8/eylül/2007
biz aynı ruh iklimindeyiz; bizi biz anlarız… garip zamanlardayız ve gariplerdeniz. üstadın ifadesiyle: “Garip geldik gideriz, rafa koy evi barkı Tek, dudaktan dudağa geçsin ölümsüz şarkı”
—
dışımızdaki kuraklık o kadar da mühim değil; yeterki iç alemimiz ve gözyaşı pınarımız kurumasın. Şunu da ifade edeyim, ölçülerini kaybetmiş kalabalıklar içinde ölçüsü olanlardanız, şükür.
Ölçü: “sen ki, beş vakit namaz kibriyle ferahtasın/ Hiç günahım yok derken, en büyük günahtasın” mısralarının şahane ifadesinde saklı…
hüznü tanımayan insandan gaflet kokusu gelir…
günümüzde nice kocaman laflar edip de, ızdırabı tatmamış, insanı sevememiş, hüzünlenmemiş zavallılar var.
“derdim bana derman imiş” dervişane ifade halimizi izaha kafidir.
Yüreğin yüreğimdir…
yüreğine mukayyed ol ki,yüreğim ölmesin…
muhabbetle kal
Değerli Dostum;
…Ne kadar güzel özetlemişsiniz; gözlerinizden, duyularınızdan beyninize ve oradan da yüreğinize yansıyan yaşanmışlıkların bir özeti…
“biz aynı ruh iklimindeyiz; bizi biz anlarız…garip zamanlardayız ve gariplerdeniz.” muhteşem bir tespit. Evet garip zamanlardayız ve bizler gariplerdeniz. Ancak, sizinde ifade buyurduğunuz üzere, yürüdüğümüz bunca yol boyunca tüm kalabalıklara, yerli-yersiz yaklaşımlara rağmen ölçümüzü yitirmedik, yitirmeyeceğiz, elhamdulillah…Yürek; herkeste vardır elbet. Ancak yüreği yürek kılan yansımalardır. Bir nevi olup-biteni yürek derinliğinde görebilme, yaşayabilme sanatıdır. Ki böylesine yürekler; hüzünle hüzündedirler, sevmeyi vazife edinirler ve sevgileri söylemelikten ziyade yürekten yüreğe akışı andırır, kendi iç meselelerine ilişkin halleri çözebilmiş ve bu hallerin çilesine aldırmadan, mazlum ve çileli hallere yol alabilendir, arınmanın sevmekten geçtiğini, insanı ve varlıklar alemini sevmenin şükrünü bilendir…böylesine yürekler öylesine mutludurlar ki kimi zaman yolunu / yoldaşını yitirmiş, otta, toprakta dolanacağına ikamet ettiği binanın en üst katındaki konutun bembeyaz fayansı üzerinde gezinen karıncaya karınca ilacı verip yok etmek yerine onu şeker suyla beslemeyi huzur bilir… Sevgili Dost;Yüreğin yüreğimdir…yüreğine mukayyed ol ki,yüreğim ölmesin… İyi kal, güzel kal, sağlıklı kal, en kısa zamanda görüşmek dileklerimle… )
Evet… öyledir Uğurcuğum.
Mutluluk içimizdedir ve biz onu dışımızda arama gafletinde bulunuruz. çünkü dikkatler hep dışa doğru. içe bakış, iç bakış ve içli bakış lazım…
bazen çok yaklaşırız ve o an hüzünlü anlardır ve fakat sebeplere, yansımalara, perdelere dikkatimiz takılır da tam kapının eşiğinden döneriz geri… kâh buruk tebessümle kâh canımız yanarak! oysa kapının önündeyiz hep ve aslında bir kapı da yok. İçimizle aramızda perdeler koyan biziz ya da sahte tezahürler…ne arasan içinde ara: Leyla ‘kâinat güzeli de olsa’ bir gönüle girince leyla olur; yoksa herhangi bir kopyadır hakiki güzelliğin yanında! ve Mecnun gönlünü tanıyınca, yani o evin sahibini; leyla’yı da unutur..böyle bir şey işte…
muhabbetle kal
-Ahmet Şahin’e) -/-/2007
Sevgili dost,Biliyoruz ki, tâbi olduğumuz, tevarüs ile temsile mecbur ve dahi memur olduğumuz “gözyaşı medeniyetinin” bütün şubelerini ve hususiyetle kelâma taalluk eden söz sanatlarını anlasak, nakletsek kâfidir. Bu sefil, fakir ve ah! hâkir zeminde yeni sözlere ve hele büyük sanatkârlığa ne lüzum ne de vakit var.. biz irfanın, izanın, fikrin, edebiyatın elhasıl Türk-İslam medeniyetinin zaten zirvede olan asarını aşikar etsek, ayna olsak, köprü olsak yeter; değil mi efendim…
Bu çocuklar bizim ve biz de bir tarafımızla çocukuz. Özümüz yahşıdır; o halde imkânımız ölçüsünde ama ‘ihlâs ile’ say’edip, sıkıntılara sabır ile ‘hay hay’ edip, işimize bakalım…
Hep o “bir gün”ü bekleriz. Ve o gün gelir; gelen o gün müdür, değil midir çoğu kez fark edemeyiz! Her gelen gün ‘bizim ertelediklerimizden’ habersiz kendi doluluğuyla gelir…
İçinde hem dün, hem yarın bulunan ‘GÜN’ esasen kesintisiz bir andır ve biz o günün içindeyizdir hep…
Uzaklaşmak isteği: hâl ve an’dan kurtulma arzusu… Uzaklaşmak, çoğu kez ruhen, muhayyel olabiliyor. Belki hakikati de bu. Bedenen uzaklaşma, sadece mekân değişikliğidir; değil mi ki kafamızı, kalbimizi yani kendimizi de beraber götürüyoruz. “halk içinde Hak ile olmak” denir ya; belki öyle bir şey. Yani nerede olursak olalım, yakınlık ve uzaklık hissetmekle alakalı sanıyorum.
Çok şey yitirdik belki…Belki değil, evet çok şey yitirdik.Yitiklerimizin farkındayız, bu da bir şeydir, bu kadar ‘farkında olmayan’ arasında…Korkuyorum şair! Tahammülü yitirmekten…
Şairin işi zordur; değil mi ki “insan olmak çok zor” ve bunu fark etmenin, tekellüm etmenin adı “pişmanlık” olsa da. Üstelik “herkes kahkahalar atarken”. ‘Çileli kafalar’ için “hayat fırtınalı olmalı”… Dışardan bakan göz fark etmese de, sükûnet gibi görse de, derunda hep bir fırtına vardır. Bu fırtınanın mahsulüdür yazı, şiir. Şair fırtınanın içindedir ah! Ama şiiri çisil çisil yağmur gibidir.”
–Yahya Bey’e : 20.1.2008
Sevgili dost,
mesajı ve şiiri akşam okudum.. Şu an Küllük’deyim… Kısa bir cevap vereyim ve tafsilatlı değerlendirmeyi yüzyüze yaparız. değerlendirme derken, şiir hakkında sohbet eder, günümüz şiirini tartışır ve kendi yerimizi de tespit ederiz…
İlk merhalede size söyleyeceğim şudur.
*Bir kere şair yüreği taşıyorsunuz (bu iyi)
*Rahat değil, benim gibi rahatsızsınız (yani meseleniz, mefkureniz, davanız ve gamınız var ki şiir için bu daha iyi)
*Kaleminiz, kelamının ve kelimeleriniz var; dile hâkimsiniz…
*Evvela: beyitler halinde (manzum) yazdıklarınızda çok başarılısınız. usul, vezin, ahenk vb. tafsilatı konuşuruz…
*Hece ile yazdığınızda aynı başarıyı gösteriyorsunuz ancak; söylemek istediğinizi (manayı) öne aldığınız için, ince dikkatlere her zaman eğilmeyebiliyorsunuz “Benim ne söylediğim önemli ve öncelikli, kelimeleri çok sanatlı kurgulamayla uğrşacak vaktim yok” der gibi…
*ve fakat gerek şiir gerek ise metinlerinizde, kendi içinize eğilip yazdığınızda, toplumu değil insanı merkeze aldığınızda, kabiliyet ve inkişafınızın mertebesi aşikar oluyor… (Bırak memleketi sonra kurtarırız; önce cümlemizi kuralım yani)
—
bak yine sözü uzattım!
Serbest şiir de yazmalısınız ve yazıyorsunuz da. ve elbette en iyi siz bilirsiniz: serbest daha zordur, çünkü vezin ve kafiyenin imkanından mahrumdur ve fakat kalıptan kurtulduğu için de şaire geniş imkan tanır… serbest şiirde ahengi, musıkiyi ve diğer unsurları, manayı zayıflatmadan yakaladık mı mesele kalmaz..
Sevgili dost,
Hece vezniyle olsun, manzume olsun o tarzını devam ettir. Öte yandan serbest yazmaya da devam et. Bu şiirinde olduğu gibi…
..
Meselemiz şu olmalı bence:
nasıl yazarsak yazalım, yazarken dilin imkanlarını en iyi şekilde kullanalım. ve bıkmayalım…
bu konu çaysız ve sohbetsiz gitmez…
muhabbetle