EFENDİM
.
.
.
.
Bu ruh gurbetinde…
Daha geldiğimiz ilk günde adını duydu kulaklarımız.
O ilk ezan ki gül muştusuydu muhakkak. Kundak ve kefen arasında bütün arayışlarımızın adını hayat öğretti bize: gül arzusu…
Hicâbını kaybetmiş bir çağın çocuklarıyız! Lisanımın mahcûb kelimeleriyle seslenmek istesem, heyhât, lügatsiz ve dilsiz biçareleriz. Kaldı ki bütün kelimeleri imdada çağırsam, en güzel cümlelerimi kurabilsem bile hâsıl olacak mâna, seni tazimden aciz kalır…
Garibiz, efendim.
Gözyaşı medeniyetinin mensubu, yolunun yolcusu olarak bu garipliğimiz başımızın tacıdır. “Garip geldik gideriz, rafa koy evi barkı/ Tek dudaktan dudağa geçsin ölümsüz şarkı” diyen ‘Necip’ sesin tercümanlığı kabulümüzün ifadesidir.
Ve fakat ne gariptir ki garipliklerimiz var, üzerimizde iğreti bir elbise gibi duran! Ef’alimizi hâline uydurmak varken, garip hallere büründük; hâlsiz kalsaydık da bu hâllere düşmeseydik efendim… Cellâdına âşık mecnunlarımız, batının/bâtılın köhne yüzüne hayran “mankurtlarımız” var! Dahası, “Ebu Cehil kıt’alar dolaşıyor” diyen arifane sesleri duyamayan, “Bahira’dan süzülen bir yaş da ben olsaydım” sedalı yağmura hasret yanık gönüllere mukâbil nefsini putlaştıranlarımız var… “Ey iman edenler! İman edin” ikazına muhatabız.
Ah efendim!
Adını gönüllere nakşeden, taşa işleyen, ‘çağrını’ al taylarla doğuya-batıya akıncı kanatlarında taşıyan ve gökkubbe’de “hoş bir sadâ’ bırakıp ‘iyi atlara binip giden’ ecdadın nesilleri şimdi kendi hânelerinde “adını” evlatlarına öğretme telaşında! Evlerimizin içine kadar giren yabancı/yalancı seslerin uğultusunda “şimdi seni ananlar, anıyor ağlar gibi”… Hüseyin Raci Efendi’nin ifadesiyle “Aziz-i vakt idik, adâ zelil kıldı bizi”…
Gelsin efendim;
Biz anarken adını ağlar gibi,
Zaman devrilsin; öteden, beriden toplansın âşıkların.
O kutlu çağlar gibi…
Hasretiz, ey sevgili!
“dünya gurbetinde mahzun gönlümüz”. Gelmek için kendimize ve dahi tekrar cihana, önce gelmemiz gerekiyor sözüne. Biz dünyevîleştik efendim! Bırakmıyor bizi, bırakamadıklarımız. Ne çok sahte sevdalara dûçâr olduk ki Kays görse halimizi kederinden mecnun olurdu. Ecdat görse “iyi ki ölmüşüz de bu halleri görmemişiz” derdi; kim bilir. Onlar ki hem derdi, hem de ‘hemderd’i olan kimselerdi. Onlar ki “derdim bana derman imiş” derler de şükreder, dertsizlere acırlardı. Ne büyük insanlarmış…
Bu garip zamanda, bunca kirlenmişlik içinde, suçu zamana yükleyerek “yıkasın çağ günahlarını sende/kirlenen sen değilsin” desek de nefsimize, kendimizi temize çıkaramıyoruz. Temyize yüzümüz yok; tuttuk eteğinden…
Tut yüreğimizden “en sevgili”…
İSA YAR
* Berceste dergisi Nisan 2008