yakamoz
.
.
Türk Edebiyatında Yeni Dönem
Türk edebiyatında poetika mevzuunda bir hayli makale, eser, inceleme kaleme alınmış olmakla beraber poetika, akademisyen olsun ya da olmasın değerli edebiyatçılar tarafından araştırmaya değer bir konu olmaya devam etmektedir. Öte yandan poetika deyince öncelikle şiir akla gelse de poetikanın sahası geniştir. Mesela mekânın poetikasına kadar genişletilebilir. Ben bu mevzuda bir değerlendirme yapmayacağım. İşaret etmek istediğim bazı hususlara temas etmekle yetineceğim
Poetika, şairin/yazarın neyi, niçin ve ne maksatla ortaya koyduğunu bilmesidir. Şiire kafa yormasıdır. Bunu açıkça ve ayrıca dillendirmese de eserleriyle anlaşılır kılmasıdır. Yani biz, eserinden yola çıkarak eser sahibinin poetikası hakkında bir kanaate varabiliriz. Eserden yola çıkarak vardığımız kanaat, şayet şair ya da yazar hakkında yeterince bilgiye sahip değilsek, eksik kalabilir hatta yanlış bir hükme de varabiliriz. Çünkü esere ve eserin sahibine, tasnif edilmiş tanımlamaların ve ezberin kolaycı hükümleriyle bakmak çoğu kere alışılmış bir usuldür ve bu sathi bakış pek çok ismi hakkıyla tanımaktan bizi alıkoymuştur.
Bir başka husus, çok bilinen (tanınan demiyorum, o başka bir şey) ve dolayısıyla kendisine nüfuz etmiş isimlerin tesiriyle bakan okurun, birden fark edemediği kalemlerin farkını keşfetmeleri zaman almış ya da okur farklı isimleri dikkate bile almamıştır. Yeni bir ismi keşfetmek, güvenli okuma alanının dışına çıkmakla mümkündür ki donanımlı olmayı gerekli kılar. Böyle seçici, donanımlı okurlar hep vardır ve fakat günümüzde sayıları okuma oranının artmasına paralellik göstermez. Okur bahsinin günümüz yazarlarının poetikası ile alakası olmadığını kimse söyleyemez. Günümüzde yazarın poetikasını ya da meselesizliğini belirleyen bir unsurdur okur. Buna Pazar da diyebiliriz!
Yakın zamana kadar Türk edebiyatının çeşitli dönemlerinde tesirini ortaya koymuş edebî akımların arka planında bir poetik anlayış hep olagelmiştir. Müstakil birer kalem de olsalar edebî eser ortaya koymuş isimler ve eserleri hakkında bir poetikadan bahsedilebilmiştir. Şahsi ve farklı bir çizgiyi temsil eden edebiyatçı bile, muhakkak genel anlamda poetik bir anlayışın içinde mütalaa edilmiştir. Edebiyat ve edebiyatçı sosyal yapıdan ve dolayısıyla sosyal gerçeklikten büsbütün kopuk olamayacağına göre, hatta bu yapıya hitap ettiği düşünülürse elbette bir değerler manzumesinin temsilcisi ve sesidir. Öncelikle millet olarak tesmiye edebileceğimiz bu sosyal yapının “değerlerini” edebî kimliğinde temellük etmiş olan eser sahibinin bu çerçevede şekillenmiş, belki ret ve kabul sınırları olan düşünce dünyasının elbette ona poetik bir anlayış sunması kaçınılmazdı. Pergelini bu anlayışa sabitleyip bütün insanlığa hitap edebilecek bir nüfuza erişmesi de mümkündür. Yani Türk edebiyatının geçmiş dönemlerinde edebî akımlar ve bunun temsilcileri ortak bir irfandan, kültürden besleniyor, kabiliyetleri ve imkânları nispetinde varlıklarını ortaya koyuyorlardı. Dikkat edilirse edebiyat tarihimiz kişiler üzerinden değil, edebî anlayış ve akımlar üzerinden anlatılır. İsimler ise bu anlayışların başlatıcısı, takipçisi ya da temsilcisidir. Böyle olmakla beraber her şairin bir poetikası vardır diyemeyiz çünkü hem şiir yazıp hem de şiir üzerine kafa yoran, fikir ileri süren şair sayısı fazla değildir. Necip Fazıl’ın Çile’sinde yer alan “poetika” açıklamaları; Ahmet Haşim’in ‘şiir üzerine mülahazalar’, Sezai Karakoç’un ‘edebiyat yazıları’, İsmet Özel’in ‘şiir okuma kılavuzu’, A. Hamdi Tanpınar’ın değerlendirmeleri bu hususta ilk aklımıza gelenler.
Günümüze gelince…
Sosyal yapıdaki hızlı değişimler ve buna bağlı olarak kültür kodlarının geçmişle bağının modernitenin kimliksizleştiren “mutasyonuyla” farklı gelişmesi Türk edebiyatının yeni kalemlerini etkilemiştir. Bu değişimden bir şekilde etkilenmeyen kişi ve kavram kalmamıştır. Geleneğin edebiyatta temsil edilmediğini söylemiyorum. Gelenek, yeniyi doğuran değil artık. Yeni, milli olma vasfını belki sureta temsil ediyor ama özünü temsil etmiyor. “evrensel” olduğu için değil, baskın bir kültürün etkisinde olduğundan bu böyledir. Sosyal yapımız birey toplumuna dönüşmeye başladığından itibaren, batı tipi yalnızlık cemiyeti kuşatmıştır. Dolayısı ile edebiyatın bugününü temsil edenlerin büyük ölçüde anlamlı bir poetikaları yoktur. Buhranlı kafaların poetikası olur, bunalımlı kafaların sadece şiiri. Bu çağın getirdiği bir problemdir. Çağı tanzim edenler ise şairler değildir. Dilsiz bırakılmıştır şair yani kelimesiz. Tedavüldeki sözcüklerle poetikanızı inşa edemezsiniz. Bu çağ hastadır. Demek istediğim şudur ki Türk edebiyatının bugünü temsil eden kalemleri talihsizdir. Hiçbir kalem, zamanının tesirinden azade değildir; geçmiş dönemlerin güçlü kalemleri poetikalarını oluştururken ya da poetikaya ihtiyaç duymazken de dilini anlayan bir cemiyete hitap ediyorlardı. Poetika ise edebî anlayış üzerinden oluşturulur. Mutabık bir edebiyat anlayışının içinde farklı bakış geliştirmektir ya da yeni bir kanal açmaktır poetika. Tüketim toplumunda popüler olmanın ve rahata ermenin yolları dururken bu belalı işe soyunanların aklından zoru olmalı ya da hakikaten bir “meselesi” olmalı…
Türk edebiyatı, sahip olduğu büyük birikimin ve yüksek edebî anlayışın imkânını kullanmaya devam etmektedir. O kadar ki yeni hiçbir şey yazılmasa dahi bu millete yetecek kadar. Keşke dilde bu kadar tahribat olmasaydı… Bir gün, evet bir gün bütün alanlarda yeniden bir diriliş ve inşa başlarsa, Türk edebiyatının bu süreçte katkısı büyük olacaktır. Sadece, toplumun modernitenin çığırtkan uğultusundan kurtulup, edebiyatçının sesini duymaya ve dolayısıyla idrak etmeye başlaması yeterli olacaktır. O zaman bir poetikadan bahsedebiliriz.
İsa YAR
*Berceste dergisi / Mayıs 2012