YAZARIN GÜNCESİ


Burada yazardan kastımız, edebî metin inşa kudretini elinde bulunduran ve bunu kağıda aktarabilen kalem erbabıdır. Bu çerçevenin içine genelde bütün kalem erbabının dâhil edilebileceği düşünülürse de biz öyle yapmayacağız; bahse konu olan özelde “deneme” yazarıdır. Çünkü kurgudan en uzak kalem odur. Yazıya kendini en çok katandır deneme yazarı. Dolayısı ile her kaleme alınmış ve denemenin hakkını vermiş metin bize yazarından haber verir. Elbette diğer edebî metinler/eserler yazarın ben’inden azade değildir. Ancak deneme, yazara iç dünyasını, dış seslerin içe yansımalarını yazıya saf ve özgün yansıtma imkânını bahşeder. Bu demektir ki denemeye yaşanmışlık eşlik eder. O halde yazarın yaşadığı iklime biraz girmek, ona tesir eden birçok unsuru resmetmek icap eder ki biz buna yazarın güncesi diyebiliriz. Bu günceyi çözebilmek yazarın imtihan boyutlarından bahsi gerektirir. Bahsedelim o zaman.

Yazarın kitapla, yazıyla, sosyal çevreyle, hatta kendisiyle farklı boyutlarda, kaleminin rengini hatta yazma iradesini etkileyebilecek çapta bir imtihan süreci vardır.

Yazarın kitapla imtihanı iki boyutludur. Birincisi, beslenme kaynağı olarak, okuma sürecine eşlik eden kitaplar. Bu hususta yazar, kitaplarla irtibatını kopartmadan, seçici okur vasfını muhafazaya devam etmek mecburiyetindedir deyip, geçelim. Geçmeden önce, “marifet, çok kitap okumak değil, iyi kitabı çok okumaktır” kelam-ı kibarını bir deniz feneri gibi gözden ırak etmeyip, okunası eserleri keşf ve bu eserlerden müstefid olacak müdrik bir okuma ameliyesinin ehemmiyetine ayrıca işaret edelim. Şimdi geçebiliriz. İkincisi, yazarın kendi kitaplarıyla imtihanıdır. Yazar için her kitabı bir istasyondur ki yolculuğuna/yazarlığına devam etmek isteyen kalem erbabı her istasyonda lüzumu kadar eğleşmeli ve asla orada takılıp kendisi bir istasyona dönüşmemelidir. Yazarın kitabıyla imtihanının diğer bir boyutu -ayrı bahistir- işin piyasası ile alakalıdır. Kitap basımı, tanıtımı, dağıtımı, has okura ulaşması, satışı, tenkidi çoğu defa onu gâh coşkuya gâhî hayal kırıklığına sürüklese de bu tecrübeyi mahremiyetinde mahfuz tutmalı ve ileriye bakmalıdır. ‘Dış ses’ yazarı etkilese de ‘iç sese’ dikkatini engellememelidir. Çünkü eser yazarın iç sesidir.

Yazarın yazıyla imtihanı kanaatimce en önemlisidir. Çünkü yazmak zor, sancılı bir süreci muciptir. Yazmaya ara verilen dönemlerde rehavete kapılmak, rahatın tuzağına düşmek yazıya tekrar dönmeyi güçleştirebilir. Yazının/eserin tamamlanmasından doğan hak edilmiş rahatlamanın aksine, bu atıl durum yazarı uzun bir suskunluğa hatta sükûta sürükleyebilir. İmtina etmek gerekir. Öte yandan habire çalakalem yazmak ise edebî kudreti zayıf niteliksiz yazılar kaleme almak demektir ki sıradanlaştırır yazarın kalemini; daha da kötüsü güçlü metnin/eserin önünü keser, yazardan beklenen eseri öteler…

Sosyal çevre yazar için elbette önemlidir. Hepimizin sosyal hayatta vazgeçilmez, olmazsa olmaz rollerimiz ve buna bağlı dar/geniş çevrelerimiz vardır. Farklı rollerden kaynaklanan bu çevrelerin birbiri ile yakın/uzak konuşlanması, yine birbiriyle uyumlu/çatışan yanları vardır. Yazar bu farklı sosyal çevre ve buna bağlı rolleri birbiriyle karıştırmadan sosyal ilişkilerini düzenlemeli ve sürdürmelidir. Kan dolaşımı gibi. Nasıl ki: vücudumuzda kanın varlığı ve dolaşımı hayatın varlığı ile eşanlamlıdır.  Hayatın sağlıklı devamı için temiz ve kirli kan atardamar ve toplardamarlar vasıtasıyla bir devir-daim içinde olmak zorundadır. Aynı sistemin içinde olmakla beraber kirli-temiz kan birbiri ile temas etmez bile. Ederse düzen-hayat bozulur; bazen sosyal ilişkiler de böyledir. Merkez efendinin dediği gibi: “Her şey kendi merkezinde” demeli.  Yazar, yazarlığından kaynaklanan daha çok edebî muhit denilen sosyal çevrede rollerini başka zeminlerde sergilememeli ki iç iklimi zarar görmesin. Aile, iş, mahalle ortamı da birer sosyal çevredir ama evinize eş-baba olarak gidersiniz yazar olarak değil. Sosyal statüler yazarın dünyasında insanı geri plana iten bir ayrıcalık olarak görülmemeli. Sosyal yapıyla irtibat noktasında en önemli husus ise yazarın ihtiyaç duyduğu kontrollü tecride zaman ayırmasıdır. Gerektiğinde tenhasına çekilemeyen bir yazar, ihtiyaç duyduğu sükûneti bulamayacak ve kaleme alacağı her ne ise onu inşa edemeyecektir.

Yazarın kendisiyle imtihanı dedik! Bununla ne demek istedik. Yazarın/yazmanın önündeki en büyük engel çoğu kez yazarın ben’idir. Diğer sebepler bir şekilde yazma eylemine tesir etse de yazarın iç iklimi, varoluş anlamını yüklediği benlik anlayışı ve buna bağlı isteği/isteksizliği üretkenliğini etkiler. Bu sebeple yazar iç iklimini dış nazarlardan mümkün olduğunca korumalıdır; başka bir ifadeyle dış etkileri filtrelemelidir. Bunu nasıl yapabilir? Gözü misal verebiliriz. Bakma-görme sürecinin ilkinde obje göze çarpar ki bundan mesul değiliz; ancak ikinci bakışta göz objeye yönelir yani iradidir ve dolayısı şuurludur ve mesuliyeti muciptir. Dış ortamda tezahür eden şeylere ‘lüzumu kadar’ dikkati vermek, lüzumundan fazla konuşmamak gibi tedbirler yazarı ve kalemini rahatlatacaktır. Bunun aksi dağılmaktır. Yazar zihnen dağılmamalı ki yazdıklarından istifade edilebilsin.

Yazmak sancılı bir süreç ve yazar bu süreci mahremiyetinde yaşayan lakin yaşadıklarını kendinde saklayarak anlamı yazıya aktarandır. Yazarın güncesi önemlidir vesselam…

İSA YAR