İçimizdeki kalabalık…



Günümüzde teknoloji ve modernitenin kavuştuğu/kavuşturduğu imkânlar mekânı kuşatarak daraltırken, mukimi/insanı eşyanın tasallutunda bunaltmakta ve gittikçe kalabalıklaşan mekânlarda insanın yalnızlığı artmaktadır. Bu yalnızlık ‘insansız’ bir mekânda ‘kimsesizlik’ değil, bilakis herkesin içinde hissedilen yalnızlıktır. İnsana ve hayata dair ortak telakkilerin, inançların, fikirlerin, gayelerin hatta duyguların tahrif/tahrip edildiği; insanın dünyevileştirildiği, feragat, fedakârlık hislerinin kayba uğradığı bir cemiyette, insan neye tutunacaktır veya nereye kaçacaktır; yalnızlığından başka…

 

         Yalnızlık, herkesin şikâyet ettiği bir tecrit gibi algılansa da, esasen, insanın sığınmak için aradığı bir limandır. Orada, inşa ettiği dünyanın hâkimidir insan. Bir manada inziva/uzlet arayışına cevap teşkil ettiği için,  şuurlu bir tercihtir de diyebiliriz. Yalnızlığı bunun için sahiplenir, ancak ‘bilinmek’ isteyen tarafıyla da yalnızlıktan şikâyet ederek, dikkati kendi dünyasına çekmek ister. ‘Tanınma’ bir korkuyu beraberinde getirse de, ‘bilinir’ olmanın cazibesi bu korkuyu bastırır ve insan cemiyet ile kendisi arasında gel-git’lerini yaşar. Kalabalıkta yalnızlığı, tenhada kalabalığı hisseder.

         Şairde bu algılayış daha derin ve sarsıcıdır. Fark, hassasiyetindedir. Şair dikkatini dıştan içe çevirmiştir. Kendi içindeki iniş-çıkışlar, uçurumlar-zirveler, kuyular-sahralar yeryüzünden daha muhteşem ama bir o kadar da ürperticidir. Şair, dışarıya nazar ederken bile iç dünyasının zengin görüntülerini temaşaya devam eder. Bu manada şair cemiyetin içinde aykırı, dalgın, öfkeli ve alabildiğine yalnızdır. Uyurken kâbus, uyanıkken rüya gören ve gördüğü rüyayı hakikat zanneden bir muhayyilenin kurbanı da olabilir şair.

         Şairin dili zengindir; suskunluğu dahi bir lisandır.  O, dışarıdan fark edilmeyen bir kavgayı içinde sürdürür. Onun kavgası kelimelerle! Kelimeleri avlar, mana yükler, yeniden düzenler ve söz inşa eder. Şairin bu münşi sıfatıdır ki ortaya koyduğu eser onun duyuşunu, duruşunu ve derununu/içsesini temsil eder. Şiirin kaidelerini (gelenek) göz ardı etmeden, kendi sesini taşıyan ve kendisi dışında yankılanan bir ahengi imal edendir şair; imâl ve ikmâl. Öte yandan herkesin ‘donmuş’ bir anlamla konuştuğu kelimeler onun dilinde dirilir, çoğalır, kanatlanır ve yerleştiği mısraı ‘sözün ağırlığından’ kurtarıp mana rayihası ile yükseltir.

         …

İnsanın yalnızlığı… Betonlaşmış şehirlerde meskûn olanlar, mekânın ruhsuzluğunu renksiz bir elbise gibi kuşandıklarını bilmezler. Girift şekillerin, sahipsiz seslerin ve umumi kanaatlerin içinde kendini kaybeden insan, Hazreti Yusuf’un kuyuya atılması gibi, cemiyetin içinde yalnızdır ve yüreği olmayan, varsa da yüreği modern tapınmalarla taşlaşmış cemiyet onu ezmektedir. Şair bunun farkındadır; bu farkında olmak sessiz bir çığlık gibi mısralara dökülür. Bu ifşa erbabı dışında duyulmaz bile!  Kulaklar, esasen gönüller dünyevi talepleri çağrıştıran seslere göre kurgulanmıştır…

Şair farkında olandır; farkında olan ve titiz. O, sathî olanı değil, sathın gizlediğini görebilen bir bakışa sahiptir. Gördüğünü kelimelerle resmeden, remz, tasvir erbabıdır. Yani şair, herkesin sıradan/olağan saydığı oluşların arka planında bir iç ahengin varlığını teşhis ve tespit eder. Ve şiiriyle sözü kanatlandırıp, muhayyel bir âleme taşır bizi; Yalnızların, muzdariplerin dünyasına. Sözün ‘kekeme’ halini gizleyendir şiir; kekeme ve yarım. Şair, söyledikleriyle değil, söylemedikleriyle konuşur! Şair, susan adamdır.

İnsan nazarını dıştan içe (afaktan enfüse), zahirden bâtına, akıldan gönül’e çevirdikçe ve kendi içinde ‘kendini bilme’ adına keşif amaçlı yürüyüşünü sürdürdükçe, masivadan maveraya, beşerden insana yol alacaktır. Şair, bu iç yolculuğunda daha donanımlı ve istidatlıdır. Ancak! Fikirsiz, mihmandarsız, talepsiz ve çilesiz, en önemlisi manevi donanımsız bir yolculuk ki nereye olursa olsun, hedefe vardırmaz. ‘Aşk olmadan meşk olmaz’. Aşk ki Hakka erdiricidir. (Şaire verdiğimiz paye, sıra dışılık, onun her hâlde hakikati idrak ettiğini ifade etmez. Muhayyilesi onu hakikatten uzaklaştırabilir de… Meçhulü kurcalayan merak/tecessüs, Onu mutlak hakikate eriştiremezse, cinnetin eşiğine getirebilir.  Yoksa bir insan-ı kâmil, hakiki bir âlim ve Hakka râm olmuş bir gönül adamı zaten şairin varmak istediği yerde durmaktadır.)

İSA YAR

*Berceste dergisi/Nisan 2005

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir