YAZIYA KAÇIŞ


.
“İnsanlar kıyıcıydı, kitaplara kaçtım” Cemil Meriç

       Hepimiz kaçıyoruz!
       Nereye, hangi yöne kaçtığımız, bu kaçışın nasıl tanımlandığı o kadar da önemli değil. Bizi görenlerin, bize nereden baktıklarına göre değişen tanımları var. Durdukları yeri merkeze alarak, sizi tarif ederler; yakın/uzak bulurlar. Oysa siz, kendinizden kaçıyor da olabilirsiniz; Size biçilen rolden, kalıptan, sahte bir dünyadan kendi dünyanıza, aidiyetinize, fıtratınıza kaçar gibi sığınıyor da olabilirsiniz. C. Meriç, Tanzimat sonrası bir kaçıştan bahseder; “kimi Yunana, kimi Turana…” kaçanlar bellidir: mustağrib. Biz onlardan uzağız ve illa bir tanımlama yapılacaksa, adımız bellidir: muzdarip.
       Dünkü cemiyetin ruhundan tevarüs hafızasıyla, bugünkü ‘birey’ toplumunun kalabalığına/kabalığına mahkûm edilmiş insan elbette kitaba kaçacaktır. Bu kitaba kaçış onu yazmaya da vardıracaktır. Çünkü söyleme ihtiyacı içindedir. ‘birey toplumu’nda, başka bir ifade ile ‘yalnızlar kalabalığında’ insan kendini ifade edemeyince, muhatabına ulaşamayınca ‘yazmak’ bir imkân olarak belirir. Bu imkânı kullanmak ise her zaman mümkün olmayabilir. Çileli kafalar için ‘yazmak’ rahatlamaktır. O halde yazının evvelinde hafakan/buhran vardır. Kelam ve kalem imkânını kullanamayan muzdarip, tehlikeli bir sükûta müptela olur ki sükûnet bulamaz ise adeta fikrî ve hissî dalgalanmalarla kendi kıyılarını döver. Sahilini, sınırlarını tahrip eder. Sahilini yani öteki ile irtibatını. Kendi içine çekilerek bir derinliğe ulaşabilir belki, ancak bir okyanus yalnızlığıdır onu bekleyen.  Çünkü bu derinlik algısından ürker sığ suların müptelaları. O, artık uzaktan temaşası güzel ve fakat yaklaşılınca rahatımızı (kafa konforu) bozacak bir tehdittir!
      
Bu mânâda yazmak, yaşamakla emsaldir. Varlığını önce kendine duyurma ameliyesidir; yazmak ihtiyaçtır. Lâkin yazmak, sancılı, sıkıntılı bir süreci de yaşatır yazana…
       …
       Mesela ‘oturup şöyle, bir şiir yazsam’ deseniz, yazamazsınız. Yazsanız bile, o ne kadar şiir olur, bilemem. Yani şiire oturamazsınız. Şiir kendi gelir size; uğrar, yapacağını yapar ve gider veya sizde mihman bir gönül bulursa kalır istediği kadar, aşikâr olur, görünür/görülür… Sizin sesiniz, kelimeleriniz ya da sessizliğiniz olur. Doğrusu, şiir hep sizinledir. Herkese görünmese de vardır; kalbinize uğradıysa, aklınızı kuşattıysa ‘şairane’ bir sükût olur edanız. Eşyadan koparsınız, içinize çekilir, dışınıza yabancılaşırsınız. Bu haliniz biganelerce anlaşılmaz bir haldir; umursamazsınız.
      
Büyük öfkenizin küçük yansımaları şaşırtır insanları, anlayamazlar. Anlayamadıkları, sizinle aynı halet-i ruhîye içinde gâma müptela olmadıkları için, incinebilirlerde! Anlatamazsınız! Sizden yansıyanların, söze ve sükûta bürünen ifadelerinizin bir iç oluştan, ahenkten, derin hissiyattan tezahür ettiğini bilemezler. Bilemedikleri, böyle bir halin yabancısı oldukları için, sıradan tepkiler verirler. Biraz daha kapanırsınız içinize, belki orada başlar şairin yalnızlığı. Şiirin sesini duyamayanların gürültülü gevezeliklerinden kaçan şair hassasiyeti, ikamet ettiği bünyeyi tahrip ederken,  ruhun yaralarını ‘onarır’.
       Burada şairi yoran, aşındıran, şiirin ağırlığı değildir; belki şairin çevresidir. O çevre ki şairin de ‘herkes’ gibi olmasını ister, görünenin yanında bir suret olmasını bekler. Oysa şair şiire mihman olmak durumundadır. Şair ise aradığı sükûneti, tenhalığı bulamayınca hırçınlaşır:“dilde gam var şimdilik lutf eyle gelme ey sürur/Olamaz bir hanede mihman mihman üstüne”
       …
      
Ey dost,
      
Bu yazıda bir bütünlük, anafikir arama. Yorma zihnini. Kaçan bir adamın, hep yolda olan ve hiçbir yere varamayanın, a’rafta kendisiyle konuşması say. Bizim yaptığımız “bu gürültülü dünyadan kitapların asude inzivasına iltica etmek”. Oradan yazarak varlığımızdan haber vermek. Varlığımı fark etmem senin varlığını bilmemle mümkün; yazmam bundandır…   

       İsa YAR

*Berceste dergisi ağustos 2007

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir