DURUN KALABALIKLAR
.
.
.
.
Bir ses…
Dikkatimizi dışımızdaki uğultudan kendimize/içimize çeviren bir ses. Şehrin ya da adına şehir denilen gürültülü görüntünün idraki kör ve sağır eden karmaşıklığından kurtarıcı bir ses:
“durun kalabalıklar!”
…
Adına yaşamak dediğimiz fakat anlamı üzerine ciddî manada düşünmediğimiz, adeta bir alışkanlık gibi tekrarlayıp durduğumuz ‘günü’ dolduran kısır bir döngü bizim hayatımız. Yaşar gibi yaşamak yani.
Caddelere, sokaklara bakın; ama dikkatle ve görmek için bakın. Giyim mağazalarının vitrinlerinde insan kalıbında cansız mankenlerin hareket eden modelleri gibiyiz! Adeta çağı teşhir eden, bir diğerinden farkı ve dahası ‘farkındalığı’ kalmayan bir figür…
Hayatı ‘ıskalamak’ bu olsa gerek. Hepimiz formatlandık! Hayata değil bilakis hayatı ve her şeyi tüketmeye hazırız. Tüketiyor ve tükeniyoruz. Harcamak için kazanıyor, kazanmak için kendimizi harcıyoruz. Ve o ses: “durun kalabalıklar!”.
…
Kalabalık, bu kemiyetiyle bir keyfiyet ortaya koyamaz. O zaman, bu kalabalık içinde kaybolan o yalnıza yani insana, kendimize seslenelim:
Yavaşla!
Dur ve düşün!
Varlığının hakikati nedir ve niçin yaşıyorsun? Eskiler göz ve söz mesafesinde iletişimle yakınlık hâsıl ederken, sen yanında/yakınında olanla bile neredeyse cep telefonu ile konuşacaksın! Ulaşamazsın… Hayatın ve hakikatin kapsama alanında değilsin; farkında olmadıkça, fark etmedikçe ve sen istemedikçe değişemez, değiştiremezsin. ‘Zaman seni kuşatmış, mekân kelepçelemiş’ farkında mısın? Bırak eşya istiflemeyi; sonunu getiremezsin. Oysa kendi yaralarını onarabilirsin, çocuğunun gözyaşını silebilirsin, eşinin yüreğinden tutabilirsin, dostun hatırını sorabilirsin…
Bırak kalsın kendi çıkmazında sokak.
Yürü içinin ferah caddelerinde, kalbini de kuşanarak…
İsa YAR
Haber Takip Gazetesi/05.05.2008