ben

İsa Yar ile SÖYLEŞİ 1 – 2 (GAZETEYERYÜZÜ)


.
SÖYLEŞİ 1

Gazeteyeryüzü: Sizi tanıyanlar ne kadar tanıyorlar bilmiyoruz ama bize biraz kendinizden bahseder misiniz; internet sitenizde yer alan kısa biyografinin dışında İsa Yar kimdir ve edebiyata ilgisi nereden kaynaklanmaktadır? 

İsa Yar : Bu sorunun cevabı biraz da hangi İsa yar’ı sorduğunuza bağlı! Herkesin gördüğünü sandığı, bir mesleğin içinde ömür tüketen kimseyi değil; sanırım şiirinde ve yazdıklarında saklı olanı kastediyorsunuz. Oradan başlayalım. Yakın çevremizde bulunup da bizi sadece mesleğimizden tanıyanlar olduğu gibi, hiç görmeden kalemimizden bilenler da var. Öte yandan dünyamıza nüfuz ederek yakinen tanıyanların oranı nedir, bilmiyorum. Tanınmak gibi bir derdimiz de yok zaten. Hemen ifade etmeliyim ki edebiyata ilgi duyan birisi değilim! Edebiyattan kastınız okumak, düşünmek ve yazmaksa, bu zaten benim hayatım. İlginin ötesinde bir şey yani… Bedel isteyen bir tercih; bir mecburiyet, yeryüzünde niçin yaşadığımla bağlantılı “var oluş” tarzım… Yani edebiyat yapmıyorum, yaptığım şey/yazmak edebiyat oluyor desek daha doğru olur. Belki bir yol hikâyesidir, şuurumuzun uyanmasıyla başlayan bir yolculuk halidir. Bir şeye ilgi duymak, o “şeyin” dışında olmak demektir. İçinde olmak farklı; futbolcu ile seyirci arasındaki fark gibi…

Gazeteyeryüzü: Sizinle bu söyleşiyi yapmamızın sebebi elbette kaleminiz. Bir şairle, yazarla konuşmanın zevkli fakat zor olduğunu düşünerek devam etmek istiyorum. Edebî hayatınız nasıl başladı ve durduğunuz yer aslında olmak istediğiniz yer midir?  

İsa Yar : Tek bir sebep ileri sürmek yanlış olur. Bu daha çok insanın yaratılışı ile alakalı, iç dünyasıyla yani. Okumakla başladığını söyleyebilirim. Zamanla nitelikli ve seçici okumayı lazım kılan sürekli okumak. Sonra her şeyin okunabileceğini öğreniyorsunuz; gördüğünüz, duyduğunuz, şahit olduğunuz her şey… Çoğalan kelimeleriniz, genişleyen anlam haritanız, düşüncenin sizi kuşatması ve idrak, eşyaya bakışınızı farklılaştırıyor, farkındalığınız artıyor tabi ıstırabınız da! Herkes gibi ve rahat olamıyorsunuz. Yani bu işte bir yalnızlık var. Kalem sesiniz oluyor; cümlenizi kuruyor, yazıyorsunuz. Daha derin ve anlamın çoğaldığı anlarda şiir ile buluşuyorsunuz ya da şiir sizi buluyor. Dilinizi anlamayan kalabalıklardan, makineleşmiş bir çağdan içinize ve sesinize sığınıyorsunuz. Aidiyet hissettiğiniz aşina mekânların nasıl da yabancılaştığını fark ederek saklı ülkenize kaçıyorsunuz. Yazmak böyle bir şey ve bunun için…

Bilmiyorum, vardığım yer neresidir ki varmak istediğim yere nispetini bileyim. Bildiğim o ki yaşadığım çağdan memnun olduğum pek söylenemez. İnsana dayatılan bir hayatı sevmiyorum. Kalıplaşmış düşünceleri ve sentetik tezahürleri sevmediğim gibi. Benimkisi yolda olmak… Yolcu nasıl ki yol ile meşgul olmaz, ben de istikametime bakarım. Şahit olduklarım hüzün verse de…

Gazeteyeryüzü: Okurlarınızın beklentisine rağmen şiir ve yazılarınızı henüz kitaplaştırmadığınızı görüyoruz. Bu ertelemenin sebebi nedir ve ayrıca hangi dergilerde yazıyorsunuz. Ufukta kitap görünüyor mu?  

İsa Yar : Önemli olan ufkumuzdan ne gördüğümüzdür, ufukta görünenle ilgilenmiyorum. Kimseden ve bu çağdan bir beklentim yok! Şarkımızı söyleyip gideceğiz; ardımızda bir yaşanmışlık bırakarak. Kitaplarımı kendi imkânımla bastırmayı tercih etmedim; ayrıca edebiyat dünyasında isim yapmış dostlarımızın tavsiyesi de bu yöndedir. Ancak yayınevleri meseleye ticari baktıkları için şiir ve deneme kitaplarına mesafeli duruyorlar. Eseri değil, pazarlanmış ismi öncelikle tercih ediyorlar. Yani, işin bir de “siyasası ve piyasası” var! Kapital eksenli bakışı sevmiyorum. “Zaman keskin kılıçtır” diye bir söz var, demek ki zamanı gelmemiş. Şiir ve yazılarımı daha çok edebiyat dergilerinde yayımlıyorum. Berceste, Türk edebiyatı, bizim külliye, yedi iklim, sükût, yakamoz, yağmur, kültür, Lamure bunlardan bazıları. Sordunuz, söyleyeyim: ufkumda kitaptan başka bir şey görmedim ki! “İnsanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım.” diyor Cemil Meriç, öyle… 

Gazeteyeryüzü: Şiir ve yazılarınızda “insan, şehir, yalnızlık, susmak, dert, derviş, şiir, şair, hüzün…” dikkatimizi çeken temalar. Elhasıl neyi anlatır kaleminiz. Bu arada doğu-batı arasına sıkışan insanlığın durumundan bahsedebilir miyiz? 

İsa Yar : Bahsettiğiniz temalar insanı ve hayatı tanımlayan kelimelerdir. Kelimelerle konuştuğumuz gibi, kelimelerle düşünürüz de. Ne kadar kelimemiz varsa ufkumuz o kadardır. Dil bu bakımdan çok önemli. Yahya Kemal’in ifadesiyle “Ağzımızda anamızın ak sütü gibi” olan Türkçeye ne ölçüde vakıfız. Gerek kendimizi ifade etmek, gerekse ifade edileni derinliğiyle, çağrışımlarıyla anlamak için dilimizi iyi bilmemiz gerekiyor. Yazmak ise dilin imkânlarını kullanmakla alakalı zaten. “Kaleminiz neyi anlatır” diyorsunuz; cevabı yazdıklarımdadır.

Doğu-Batı arasında sıkışmak! Bir kıyasa girmeden sorunuza kısaca cevap vermeye çalışayım. İnsan olarak sosyal hayatımız var; aile, iş, arkadaş, mahalle, şehir dairesini ülke ve yeryüzü kadar genişletebiliriz. Dolayısı ile aidiyetlerimiz var bizi tarif eden/tanımlayan. Hiçbirimiz midye kabuğundan ya da ağaç kovuğundan çıkmadık; mensubu olduğumuz insanlık ailesi içinde bir millete mensubuz. Kısaca bizi tanımlayan, bir medeniyet ve kültürün mensubu kılan, buna bağlı dinî, millî ve mahallî özellikleri olan değerler silsilesinden beslenen kimliğimiz var. Öte yandan yeryüzünde diğer kültürlerle irtibatımız da var. Demem o ki kendisini tanımayana, kim olduğunu bilmeyene Cengiz Aytmatov’un ifadesiyle mankurt derler. Kendisi olamayan başkası da olamaz. Tarihimizi, geleneğimizi, manevî değerlerimizi, millî hassasiyetlerimizi ve şahsiyetimizi bilmeden kendimiz olamıyoruz. Öteki ile (ötekileştirmiyorum) irtibatımız özne mesabesinden çıkarak nesne konumuna dönüşüyor ve kaybediyoruz. Neyi kaybettiğimizi bilsek, herhalde bütün maddi yatırımları durdurur insanımızın şuur ve ruh dünyasını yeniden inşa etmenin derdine düşerdik. Kısaca, bu coğrafyanın efendisi (Türk) derin uykusundan uyanmazsa yeryüzü huzura hasret demektir… 

Gazeteyeryüzü: Bu nasıl olacak? 

İsa Yar :: Şehirden önce insanı inşa ederek. Yollardan evvel kalbi ve kafaları onararak; şaire ve kalem erbabına mühendisten daha fazla kıymet vererek. Ağaçları kesip yerine parke döşeyerek değil, insanlar başını çevirdiğinde gökyüzünü/denizi görmesine engel olmayarak… Yani “üçü bir arada” yerine tekrar Türk kahvesi içebildiğimizde; üç kişi bir araya geldiğinde spor, siyaset ve ticaretin dışında konuşabilecek ciddi mevzularımız olduğunda…

Gazeteyeryüzü: Tam burada sormak istiyorum: eğer bir buhran varsa, bize yol gösterecek yol işaretleri neler olmalıdır? 

İsa Yar : Buhran düşünen kafada olur; günümüzde buhrandan ziyade bunalım var. Mesela modern tıp nasıl yeni patolojiler üretiyor ve tanımlıyorsa, öğretilmiş çaresizlikleri günün insanının. Hizaya gelmeyen, sürüye katılmayan, formata girmeyen “normal dışı” addedilerek bir tecride maruz kalıyor ki bu yalnızlık demektir. Kimse yalnızlığı göze alamıyor. Oysa kalabalıklar içinde başka bir yalnızlığa duçar oluyor, insandan ve kendi gerçeğinden kaçarak tüketici konumuyla pazarekonomisine katkıda bulunuyor. Harcamak için kazanıyor, kazandıkça harcıyor. Asıl harcanan ise bu pazarda insanın kendisi…

Sorunuza gelince, yolda olan yolun farkında olandır. Yolda olmak dahi yola işarettir. Ama kastettiğiniz manada söyleyecek olursak, adımızdan başlayarak kim olduğumuzu bileceğiz evvela. Tarihimizi, coğrafyamızı (ecdat yedi iklim üç kıtayı biliyordu), dilimizi, bütün icaplarıyla imanımızı, medeniyet ve kültür kodlarımızı, büyüğümüzü küçüğümüzü, yâr ve ağyarı bileceğiz. İşaretler her yerde. Ecdadın mirasında. Kütüphanelerimizin raflarında. Mahalli basın dâhil gazetelerde köşe yazarları var; maşallah bilmedikleri yok! Ama sorsak mesela şu isimleri eserlerinden dolayı bilirler mi ya da kaç tanesi ne ölçüde bilir: “Cemil Meriç, Necip Fazıl, Yahya Kemal, Kemal Tahir, Peyami Safa, Attila İlhan, Erol Güngör, Mümtaz Turhan, Ahmet Arvasî, Rasim Özdenören, Gazalî, Samiha Ayverdi, Tarık Buğra, Mehmet Kaplan, Ahmet Kabaklı… Dostoyevski, Cengiz Aytmatov, Cengiz Dağcı, Bahtiyar Vahapzâde… 

Gazeteyeryüzü: Bilirler herhalde, bilmeseler köşe yazarı olurlar mıydı?

İsa Yar : Herhalde! 

Gazeteyeryüzü:  Aslında sormak istediğimiz, konuşabileceğimiz çok şey var. Şiir ve şair mesela. Edebiyata dair pek çok şey…  

İsa Yar : Edebiyat karın doyurmaz, çay içirir demişler. Daha sonra da söyleşiriz. Çay içebileceğimiz iyi bir yer biliyorum… 

Gazeteyeryüzü: Söyleşi için teşekkür ederiz. 

İsa Yar : Estağfurullah! Biraz mülâkî olduk.

gazeteyeryüzü.com

SÖYLEŞİ 2  

Gazete yeryüzü: gazete yeryüzü okuyucuları sizi önceki söyleşimizden ve yazılarınızdan tanımaktadır. Sizin bilinmeyen bir yönünüz de tez konusu olan şair ve yazarlarımızdan olmanızdır. Daha fazla kelam etmeden hemen soralım: sizin hikâyeniz nasıl başlar? 

İsa Yar: Evet, “nerde kalmıştık” diyorsunuz yani. Hemen ifade etmeliyim ki ‘tez’ konusu olmak, çok da mühim değil. Taşrada yaşayan ve sesini bu daraltılmışlıktan duyuran bir kalem için anlamlı belki, hepsi bu. Yazdıklarımın, sesimin ne kadar dikkate alındığı ile çok da alakadar değilim. Elbette ifade-i meramımızın ma’kes bulduğunu görmek, yansımalarını duymak hoş. Nihayetinde şiir bir iç sestir; mesela yanınızdaki duymaz da pekâlâ uzak iklimlerde yankılanabilir sesiniz. Bu, sesinizin desibelinden daha çok, işiten kulakla alakalıdır. Günümüzde tanımlanmamış bir sağırlık ve bakar körlük vardır nitekim! Bir de idrak meselesidir…

 

Hikâyeme gelince. Belki hepimizin hikâyesi aynı… Aslında her birimiz bir hayatın içine doğarız ve hikâyemiz başlar. İçine doğduğumuz hayat bizim hikâyemizi de belirler;  yola çıkış noktamız olur. Yani biz bir hayata doğarız. Bu hayat, aynı zamanda bir kültür, medeniyet, mekân, coğrafya ve aidiyetler bütünüdür. Bizi, hikâyemizi şekillendiren, tanımlayan da önce bunlardır. Böylece, bizden önce başlayan bir hayatın ‘dâhil olduğumuz’ safhasını yani kaderimizi yaşarız. İçine doğduğumuz hayat bizden önce şekillenmiştir çünkü. Her doğan, yaşanmışın, bir hatıranın içine doğar ve o hatırayı taşır, adını alır, temsil eder, sonra kendisi bir hatıra olur. Kısaca hikâyemi merak edenler yazdıklarıma baksın, şiirim ve yazılarım bir yaşanmışlıktan başka bir şey değildir… 

Gazete yeryüzü: Şiir ve denemeleriniz kültür-edebiyat dergilerinde yayınlanmakla beraber, henüz kitaplaşmadı. Hakkınızda hazırlanan tez adeta ciltli bir kitap hacminde; şiir ve yazılarınızın neredeyse tamamına yakını orada yer alıyor. Yazdıklarınızdan yola çıkarak soruyorum: fikrî zenginliğinizi besleyen damar nereden gelmektedir? Eylül, hangi baharın içinden geçti? 

İsa Yar: Akademik tez konusunda şunu söyleyebilirim. Bir ismin, eserin, konunun tez mevzuu olması, onun ciddiye ve dikkate alındığını gösterir. Tez konusu olan kadar tezi hazırlayanın müktesebatı da önemli; yani bu konuda lisans, yüksek lisans ve doktora tezleri edebî tahlil derinliği açısından farklılıklar gösterir. Her ne ise… 2011 yılında Erciyes Üniversitesi Edebiyat Fakültesinde kendisi de değerli bir şair ve yazar olan akademisyen Bekir Oğuzbaşaran hocanın danışmanlığında talebesi Durmuş Bal tarafından “İsa Yar-hayatı ve eserleri” konulu tez hazırlanmıştır. Galiba şöyle düşündüler: Bu adam eserlerini kitaplaştırmakta tez davranmıyor, biz hakkında tez hazırlamakta acele edelim (gülüşüyoruz)… 

Müktesebatımı öncelikle okumaya, okuduklarımı düşünmeye ve düşündüklerimi yazmaya borçluyum. Öylesine bir okuma değil, seçici ve nitelikli okuma. Cemil Meriç: “insanlar kıyıcıydılar, kitaplara kaçtım” derken kastettiği anlamla örtüşen bir okuma ve fakat orada kalmamak, her şeye ama her şeye anlama çabası ile bakmak… Türk Edebiyatının temel taşlarını, esaslı eserlerini okudum. Öte yandan Batı’nın fikir ve edebiyat alanında önemli isimlerini de buna dâhil edebiliriz. Necip Fazıl ve Cemil Meriç üslûbuma tesir edenlerden. Yazmak ise yaşamakla eş anlamlı; varlığının farkında olmak. 

“baharın içinden geçen eylül” yazıma atıfta bulunuyorsunuz. 12 Eylül darbesinde 19 yaşındaydım. Tam sözümü söyleyecekken, fikirlerim tomurcuklanırken, ömrümüzün baharında farkındalığımızı kelepçeleyen bir travmadan etkilenmediğimizi söylemek ne kadar doğru olur? Hangimiz bir suskunluğa gömülmedi? Odamın bir duvarına yaslanan kitaplığımın babamı endişelendirmesini nasıl açıklayabilirsiniz. Her biri “fikrimin ince gülü” o kitaplar millî, dinî, fikrî ve edebî eserlerdi. Ailemin endişelerini gidermek için çuvala doldurup tavan arasına sakladığım, dayanamayıp tekrar rafa yerleştirdiğim kitaplarımdan bir kısmı elimde yok bu gün. Kitaptan korkanların formatladığı nesilleri görünce anlıyoruz çözülmeyi ve ardından gelen dağılmayı. Büyük bir iddianın bayraktarı olan bu büyük milletin evlatlarının Batı formatlı tüketici pazarında tükenişlerini…

 

Gazete yeryüzü: Kelimeleriniz, Sarıkamış tabyasından ateşlenen mitralyözün kurşunları gibi… Bize hep “toparlanın kalıyoruz” düşüncelerimizi alıp gitmeden mi diyorsunuz? 

İsa Yar: Bunu ancak yazdıklarımın takipçileri söyleyebilir! Belki bastırılmış bir öfke saklı cümlelerimde. Ne hoparlörde patlayan bir ses olduk, ne de kürsülerde mikrofon manyağı! Tenhamızdan, içimizden seslendik, duyan duydu; kimse duymasa da biz sözümüzü söylemiş olduk. Olup biten karşısında öfkelenmeyen kimsenin aklından şüphe etmek lazım; ben öfkeli bir adamım. Ayağımızın altından yeryüzü kaymış, can evimiz talan edilmiş, kelimelerimize varıncaya kadar kaybetmişiz. Elektronik oyuncaklarla oyalanan, okudukça cehaleti artan, mukaddesleriyle irtibatını koparan, dilini ve gönlünü kaybeden nesillerimiz varken şarkı mı söylemeliydik? Şehri betona gömen, köylere varıncaya kadar festival adı altında zevksizlik sergileyen anlayışı hoş mu görmeliydik. Edebi ve edebiyatı seviyorum. Nihat Genç kadar öfkeli olmadığımız söylenemez. “toparlanın, kalıyoruz” diyen İsmet Özel’in, “Türk, müslüman’ın cihat edenidir” tanımını önemli buluyorum. Yani ecdadımız ‘çılgın’ falan değildi; bin yıldır bu coğrafyadaysak ve olmaya devam edeceksek tarihimizi iyi bilmeliyiz. İster titreyip kendine gelmek deyin, ister toparlanın kalıyoruz, cihanşümul düşünmeyi hatırlayacak ve fakat pergelin sabit ayağının anadolu’da olduğunu bileceğiz. Bunu nasıl başaracağız? Ruhsuz kavmiyetçilikle, modernizmin idrakimize giydirdiği deli gömlekleri olan İslamcılık-sağcılık-solculuk-ulusalcılık gibi kavramlarla değil; medeniyet hamlemizle, kültürümüzle, ilmin ve ahlakın bütün şubelerinde zirveleşerek… Bir şair/yazar veya kitap sizde karşılığı yoksa size bir şey veremez. (bir süre susuyor)

 

Gazete yeryüzü: “Mankurtlaşmak” nedir? 

İsa Yar: Hafızasını kaybetmektir. Kırgız Türk’ü Cengiz Aytmatov’un ‘gün olur asra bedel’ romanında geçer hikâyesi. “Mankurt” hafızasını kaybetmekle kalmaz, düşmanı dost ve dostu da düşman bilir. Kendisini mankurtlaştıran düşmanı efendisi bilir ve her emrini sorgulamadan yerine getiren robot gibidir. Afrika’da bu karaktere ‘zombi’ denir… Günümüzde mankurtlaştırma bedene tatbik edilen işkenceyle yapılmıyor, modernizmin ve popüler temaların kafalara ve kalplere zerkiyle yapılıyor. Değer atfeden kavramların içi boşaltılarak, değersizleştirilerek yapılıyor. Gözyaşı medeniyetinin çocukları, dedelerinin Çanakkale’de geçit vermediği uygarların dili ve enstrümanlarıyla devam ediyorlar yollarına! Bu yol nereye çıkar? Hiçbir yere… 

Gazete yeryüzü: Belki özel bir soru olacak ama pişman olduğunuz veya keşke dediğiniz şeyler var mı hayatınızda. Yani hayatı geri sarsanız ve yeniden başlasanız değişen ne olurdu? 

İsa Yar: İstikametim değişmezdi. Bilinen manasında dünyevi olamadım, hesap adamı değilim. Doğallığın dışına çıkmayı sevmiyorum. Ne kendi hayatımı ne de bir başkasının yarınını planlamayı beceremem. Müdahale etmeyi sevmiyorum; müdahale edilmesini de… Ama hayat karmaşık, her şeyi harmanlanmış olarak sunuyor; ayıklamak lazım ama yorucu. Bu bir mizaç; gerçekçi değilim. Şiir iklimi ve yazı hayatı sizi farklı bir dünyada yaşatıyor. Ama bir ayağınızla zemine bağlısınız. Uçmak derdindeyseniz, zeminde mekânınız olmuyor. Hâlâ kiralık evde oturmamı biraz da buna bağlıyorum. Karadeniz’in sahilinde yer alan köyümde henüz tamamlanmamış evimi keşke kat atmasaydım, ayrı yapsaydım diyorum. Bir mesleği bu kadar uzun sürdürmeseydim. Ertelemeseydim çok şeyi… Ama bunlar çok da önemli değil. Ya kitaplarım olmasaydı! “yaşamayı bileydim/yazar mıydım hiç şiir” diyor ya şair. Benimki o misal…

 

gazeteyeryüzü.com  

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir