SÖZÜN BİTTİĞİ YER
.
.
.
.
‘Yazmak yaşamaktır.’
Bu cümleyi ilk okuduğumda, yaşadığımı hissettim.
Yazmaktaydım; yazdığımı sanmaktaydım.
Sonra,
‘yaşar gibi yaşamak’ cümlesi buldu beni.
Bizim yaşamamız hangi cümledendi?
…
Baharı yazacaktım.
Nisan yağmurlarını, Karadeniz’de çisil çisil sis gibi çöken ıslaklığı ve Mayısı…
Toprağın dirilişini, uyanışı, heyecanı, huzuru, hikâyemizi/hikâyenizi yazacaktım.
Bir bebeğin gülüşünü, çocuğun sevincini, annenin şefkatini, babanın merhametini;
bizi yazacaktım, sizi yazacaktım.
Rüyalarınızı, hülyalarınızı…
Size yazacaktım.
Yazamadım!
Anladım ki, biz ‘yaşar gibi yaşıyoruz’…
Zaten kelimelerimizi kaybetmiştik.
Anlamı olmayan ‘sözcükler’ tedavüldeydi.
Zaten zordu ‘yazmak’, müşküldü yaşamak…
Sonra, kime yazıyordum?
Muhatabımın umurunda mıydı yazdıklarım veya yazdıklarımın kim farkındaydı?
Kendi hakikatinin farkında olmayanlar, ‘yaşadığımı’ nerden bileceklerdi…
…
Biz, baharının içine ‘eylül gölgesi’ düşmüş çocuklardık!
Zaten hiç büyümemiştik; hep çocuk kaldık.
Belki bu yüzden bu kadar farkındayız…
Ya, bizim çocuklarımız!
Birden büyüyen çocuklar! Biz çocuk kalırken onlar büyüdü.
Rol çatışmaları varsa bundandır çünkü biz rol yapmamıştık; oysa onları (bize rağmen) yabancı ve yalancı bir hayatın/kültürün figüranı yaptılar…
Cemil Meriç’in ‘Bu Ülke’sini ondokuz yaşında okurken ne anlamıştım; bu ülkede yaşarken neler öğrendim?
Biz ki baharının içinden eylül geçen çocuklardık…
Hiç büyümememiz bundandır; hüznümüz de bundandır.
Bir yaprak dökümü sonrasında başladı yeryüzü maceramız,
Sahillerde hırçın dalgaların sesine karışan türküler söyledik,
Öz sesimizle Türk’ü söyledik.
Hep sert esti rüzgâr yüzümüze,
Sahici duruşumuz bundandır.
Biz hiç büyüyemedik,
Bir yanımız hep çocuk kaldı.
İçimizde başlanmamış yolculuk kaldı.
…
Yazmak yaşamaktır.
Şiire kaçıyorum artık;
Şiiri kuşanıyorum,
Şiir gibi susuyorum…
Evimizi ateşe veren kimler?
Bir yangın içimde,Bir yangının içinde
Su/su/yorum.
Susuyorum…
İSA YAR
*Yakamoz/ 4. sayı