DARP EDİLEN ŞİİR


.
.

            ”12 Eylül darbesinin siyasi ve toplumsal analizleri pek çok yazıya, romana ve filme yansıdı. Darbenin tekil insan hayatına etkileri üzerinde fazla durulmadı. Oysa bu darbe pek çok insanın hayatında ciddi bir travmaya denk düşüyordu ve insan ruhunun örselenmesi, beraberinde bir dizi psikiyatrik meseleyi getiriyordu.” Böyle diyor şair psikiyatr Kemal Sayar, hüzün hastalığı adlı kitabının “eylül yorgunluğu” bahsinde…

 

            Soruşturmanın merkezini şiir teşkil etmekle beraber, sorularınızın ortak paydası, darbenin, belki iki asırdır nesilleri ve dolayısı ile toplumu etkileyen bir ülke gerçeği olduğudur. Çünkü “darp” edilen şey idari (siyasi) yapı gibi görünse de aslında bütün geçmişi ve geleceğiyle sosyal yapıdır. Toplum, darbenin şokunu zamanla üzerinden atsa bile darbe kalıcı tesirini nesiller boyu sürdürüyor. İtiraf edilmeyen bir korkuyu adeta genetik kodlarla yeni nesiller devralıyor. Adeta darphaneden çıkmış birbirinin tıpkısı banknotlar gibi formatlanmış nesiller, öğrenilmiş çaresizlikle olan biteni umursamadan “birey” olarak hayatlarını “sorgulamadan” sürdürürken, tarihi malumatı iyi “çözümleyen” bazı sancılı kafalar her şeye rağmen farkındalıklarını göstermiyor değil. Bu itirazı ise daha çok şairlerin dilinden takip edebiliriz çünkü şiir bu imkânı barındırıyor. Elbette darbeden kastettiğimiz sadece neslimizin şahitlik ettiği müdahaleler değil, batılılaşmanın önünü açan hamlelerden, mesela “ıslahat fermanından” başlatabileceğimiz uzun süreçte yaşanılan çok şeydir. Biz imparatorluk kaybetmiş bir milletiz…

            Şairlerin rahat insanlar olmadıklarını biliyoruz. Dolayısı ile zaten olmayan rahatının kaçmasından en az şairler çekinir. Öte yandan şair, içinde yaşadığı toplumun iç sesidir. Ancak bu ses darp edilmiş bir toplumda ne ölçüde karşılık bulabilir? “Cenaze olan yerde şarkı söylenmez” diyor Cemil Meriç. Darp edilmiş toplumda rikkatli sesleri işitme, şairin/şiirin mukavemetini dinleme/anlama kabiliyeti adeta palet altında zedelenmiştir. Bu demektir ki şiir darbeden nasibini almıştır. Ortaya “birey şiiri” çıkmıştır. Çünkü insan acı çekmiştir. Şiir zaten “bireyseldir” diyenlere bir sözüm yok ama bu, şiirin neredeyse aidiyetsiz, milletsiz hal aldığını ifade etmemize engel değil. Dil de darp edildiğinden vezin (kafiye değil) ve manadan kopuk, “her anlamda serbest” bir şiir anlayışı dergileri doldurmuştur.

            Yozlaşma zaten bir toplum gerçeğidir! İki asırdır şu ya da bu şekilde darp edilen bir toplum ister istemez beyin/algı sersemliğine uğramıştır. Geçici hafıza kayıpları, mankurtlaşma, değişip dönüşme ya da melezleşme vakidir. Doğal refleksler mefluç olmuş, aykırılıklar kanıksanmış, doğru ve yanlış kavramları istinadını yitirerek yeniden tanımlanmış ya da sorgulanmadan kabul görmüştür. Öte yandan toplum uzun süreli baskı ve tanımlanmamış korkulara direncini manevi dinamiklere yönelerek ve fakat mevcut şartlara da uyum göstermeye çalışarak karşı koyabilmiştir. Bu uyum ise her zaman ve her hususta mümkün olmadığından toplumun dokusu biraz kanserojen özellik göstermektedir. Darbelerle yüzleşme ise derin ve hakiki anlamıyla yapılamamıştır. Aslında bir tabudur…

            Türk şiirinde kuşak kavramı ya da dönemler kesin bir şekilde tasnif edilebilir mi? Edebiyat araştırmalarında, kitaplarda kabul görmüş tasniflere ilave edilecek yeni bir tasnifi edebiyat dergilerine baktığımızda göremiyoruz. En azından şiire dair bir uzlaşma göremiyoruz. Toplum mutabakat ölçülerini yitirdi; her şeyle kavgalıyız, kendimizle bile. Şiirin ne olup olmadığına dair herkes kendince bir şey söyleyebiliyor. Bu tabloda darbelerin tesiri olmadığını söyleyemeyiz çünkü darbe asıl travmayı ferde yaşatır, dolayısı ile şiirin toparlayıcı vasfını darbeler neredeyse bertaraf etmiştir. Darbeseverler insanların marketlerde, konserlerde, stadyumlarda, tatil yerlerinde kalabalık oluşturmalarını kolaylaştırılırken, mesela fikirde, şiirde buluşmalarını tasvip etmemişlerdir. Şairden/şiirden böylece uzak düşen toplumda şiirin kısırlaştığı, ‘şiir gibi’ metinlerin kendine pazar bulduğu söylenebilirse de sahih şiir kendini daima muhafaza etmiştir. Muhafaza etmekle beraber kabuğuna çekilmiştir. Dolayısı ile şair yalnız adamdır ve şiir meydanlardan çekilerek iç sesi duyabilenlerin fark edebildiği bir yerde durmaktadır.

            Türk şiiri, darbelerin dıştan sarstığı ama içten yaraladığı topluma nüfuz ederek, içinden sarsabildiği gün yeni bir tasniften söz edebiliriz…

             İSA YAR

 

Soruşturma Soruları:

Darbeler ülkesi olarak anılmak sanırız toplumu yordu. Hayatımız değiştikçe şüphesiz şiir de ona bağlı değişimler gösterecek. Ümit ederiz hayat kendi mecrasında akarken şiir gelişim gösterir.

Her darbe, toplumun belleğine ve şiire de vurulan bir darbe midir? 

Türkiye gerçeğinde darbeler yozlaşmaya mı yüzleşmeye mi yol açtı? 

Türk şiiri her darbe döneminde kendini yeniden şekillendirmiş midir, yoksa dönüşüm ve değişim tabii olamamış, darbelerin tesiriyle mi olmuştur?

Darbeler şiirimizi kısırlaştırmış mıdır, zenginleştirmiş midir? Darbelerin tesiriyle şiir piyasaya mı inmiştir. Darbeler şiirimizi de toplumu da arabeskleştirmiş midir?

Darbeler, toplumları; korkuyla, tanrıya yaklaştırıyorlar mı yoksa bu toplumsal dönüşümün tabii sonucu mu? 

Türk şiirinde kuşak kavramı üzerinde duranlar demokrasimizde yaşanan kesintilere bağlı bir sınıflama yapamayacaklar. Kuşak kavramı neredeyse darbelerle ayniyet arz eder hal almıştı. şimdi şiirimiz neye göre dönemlere ayrılıp tasnif edilecek, bu gruplandırmadan öte tasnif niteliğini önemli hale getirir mi?  

 Şiir Vakti Dergisi

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir