Tenhada Bir Şair


(bu şehirde sen” şiirini tahlil denemesi)

Büşra Nur YAR
*Marmara Üni. Mütercim-Tercümanlık Bölümü

Şiir ve şaire dair kaleme alınan yazılar, edebiyat dergilerinde sıkça karşılaştığımız zorlu ama nitelikli metinlerdendir. Okuduğumuz bu yazıları genel kabule ya da şiirin/şairin bizdeki karşılığına göre değerlendirir, ret yahut kabul ederiz. İster akademik bakışla ister şairane ifade edilsin, hiçbir yazının şiiri noksansız tanımlayamayacağını hele şairi bütün yönleriyle kuşatamayacağını bilmek lazım. Belki şiirin anlaşılmasına ve şairin dilini tanımaya yardımcı bir çaba olarak görebiliriz. Bu ifadelerden de anlaşılabileceği gibi, bir çerçeve içinde kalarak şiiri tahlil etmeye çalışacağım. Bunu yaparken şairin iç dünyasını büsbütün tanıdığımı, şiirini çözdüğümü elbette iddia etmiyorum. Belki bir anlama çabası…

Şiire geçmeden bir hususa değinmeliyim; neden İsa Yar şiiri? Eserlerinden ve isimlerinden dolayı çok tanınan şairler hakkında o kadar yazı kaleme alındı ki adeta şiir deyince bu isimler üzerinden düşünmemiz istendi. Bu bir yere kadar doğrudur ve fakat her şair mensubiyetine rağmen önce kendisidir ve dolayısı ile bir şiir dili vardır. Dilden maksadımız üslup farklılığı, özgeliktir.

İsa Yar, bildiğimiz kadarıyla henüz bir şiir kitabı yayınlamış bir şair. (İçimin sahilinde Hüzün ve Sağanak 2012 şiirvakti yay.) 1961 doğumlu olduğu göz önüne alınırsa, düşündürücü bir durum. Her isteyenin kitap bastırdığını dikkate aldığımızda, şiirlerini edebiyat dergilerinde okuduğumuz ve edebi çevrelerce tanınan bir şairin, bu kadar geç kitaplaştırması kayda değer! Öte yandan edebi metinlerde ve özellikle denemede özgün üslubu, güçlü kalemiyle dikkat çeken bir yazar olduğunu da hesaba katarsak… Taşrada bir sahil şehrinde yaşayan Yar, kendisini kalabalık içinde ama daha çok şiirinde saklıyor. Tahlil edeceğimiz şiirinde olduğu gibi konuşarak susuyor ve susarak konuşuyor. Oysa bu şairane tavır bugünün modernist, bencil, ahbap-çavuş zemininde onu hak ettiği ölçüde tanınır kılmıyor. Bunun umurunda olduğunu da sanmıyorum. Şiir onun kendini ifade tarzı. Şiiri ise geleneğe yaslanan tarafıyla sahih bir dil anlayışına, anlam derinliğine sahipken, zamanını temsil ettiği için güncel; taşıdığı iç sesin insani boyutuyla ve mana cihetiyle yarına da hitap ediyor. Şiirini ne şekil kalıplarına hapsediyor ne de bilmem kaçıncı yeni arızalarına teslim ediyor. Hece vezni ve serbest tarzda karar kılan şiirinde ortak özellik Türkçenin imkânlarını fevkalade başarılı kullanması. Sade bir söyleyişte derin bir kavrayışı, hissedişi görürken, hecede ustalığını serbest şiirlerinde gizli kafiyelerle sergilemesini görmeden geçemiyoruz. Ben’den yola çıkarak bizi anlatan, ben’de bizi saklayan bir dil…

“Bu şehirde sen” şiiri sade ve serbest söyleyiş içinde baştan sona bir bütünlük taşıyan ve fakat biz’deki parçalanmışlığı gözler önüne sererek ben’de toplayan bir şiir. Günümüz darbeli toplumunda bir sancılı hafıza gibi.

“dinlemez içini dışta uğultu

susarsın”

Gürültülü kalabalıkların ‘iç sese’ kulakları kapalıdır. Şair daha şiirin başında yalnızlığını dillendiriyor.

“bir çay içimi bir tenha kuytu

ve o ses

‘bir teselli ver’

zamanaşımı düşer sükûta,

bir hat çiz zamana Hafız Osman,

rüya, çınar, bey Osman

Bursa ve Orhan

Sonra

Gencebay…”

Burada bir hafıza karşımıza çıkıyor, dolayısı ile zaman. Hafız Osman ve hat yan yana gelince Kur’an hatıra gelir. Bu çağrışım ile bir mensubiyet işaret edildiği gibi, zamanda kopmalardan muzdarip şair zamanı bütünleyen, geçmişi bugüne bağlayan sağlam bir hat/yol arzulamakta ya da o yolu hatıra getirmektedir. İmanına işaret ettikten sonra bir hatıra gibi Osman Gazinin rüyası, Osmanlının sembolü Çınar, Bursa ve Orhan Gazi zikredilir ki bu aidiyettir. İhtişamdan sonra çöküşün acılarını tecrübî bir idrakle derinden hisseden Yahya Kemal ’bozgunda bir fetih rüyası’ görmüşken, şairimizde hissiyata (Orhan) Gencebay tercüman olur “bir teselli ver”… Şairin “sükûtum ihtişamımdır/bir al-i Osman yüreği’ adlı şiiri hatıra geliyor hemen…

“cumbalı bir ev hayali sarkar sokağa

şehrin beton balkonları ağırlaşır”

Şiirin ikinci bölümünde karşımıza bugünün fotoğrafı çıkmaktadır artık. Evi, ev halini kaybetmiş bir toplumun apartmana sıkışmışlığı aşikârdır.

“çocuklar ‘klavyeyi” tokatlar

çağ sağırlaşır.

çocuklar, sokaklara dağılmış kelimeler

çocuklar, parçalanmış hikayeler…

çocuk!

senin hikayen ne?”

 Şüphesiz bu kopuştan en çok etkilenen çocuklardır; çocukluğunu yaşayamayan, beton duvarlara hayalleri toslayan çocuklar. Günümüz şehirlerinde, neredeyse gelenekten hiç iz kalmamış modern zamanlar yaşayışında, Yahya Kemal’in ifadesiyle “Müslümanlığın çocukluk rüyasını” göremeyen çocuklar plastik oyuncakları kırarak ve bilgisayar klavyelerini tokatlayarak hırçınlaşmaktadır. Buradan nasıl bir ‘yarın’ doğar? Şairin, çocukları şehrin sokağına dağılmış kelimeler olarak teşbih etmesi dikkat çekici. Nasıl ki kelimelerin belli kaidelerle bir araya gelmesiyle anlam ya da ifade oluşur, toplum da böyle sağlam bir tanzim ile teşekkül eder. Yoksa istatistikî bir kalabalıktan başka bir şey değildir. Böylece yalnızlık sel gibi sokaklardan atar…

“içinde köy geçen romanları rafa koy

köyü şehre boşaltanlar utansın,

şehrin taşra kokan çay ocağında

demlensin yalnızlığın

gören seni kalabalık sansın

‘karıştır çayını zaman erisin”

Bütün kavramların içinin boşaltıldığı ya da anlam kaymasına uğradığı bir süreçten şehir ve köy tanımının etkilenmemesi mümkün değildi. Türk toplumunda göç tarihi bir vakıa olmakla birlikte, belki son elli yıl içinde yaşanan ‘iç göç’ dengeleri tamamen değiştirdi. Bunu büsbütün olumsuz görmemekle beraber, şehir, tabelasına dâhil olan nüfusa nüfuz edemedi. Edemezdi çünkü ait olduğu kültür ve medeniyeti temsilde zaafa uğramıştı! Mekânda yapılan şuursuz tasarruflarla şehir hafıza kaybına uğramış, tarihi doku tahrip edilmiş, çirkin betonlaşma şehrin yüzünü sıradanlaştırmışken, diğer yandan buna paralel sosyal hayat da çözülmüş, cemiyetten birey toplumuna geçilmişti. Şair, bu tablonun içinden sesleniyor bize. Eski köy romanlarına bir tenkit iması sezinlesek de, mekân burada taşra kokan şehirdir. Şehir barındırdığı kalabalık içinde yalnızlığı beslemektedir artık. Şehir esareti saklar sanki ve bunu Necip Fazılın ‘karıştır çayını zaman erisin’ mısrasını terennüm ile dillendirir…

“sen bu şehirde bir ‘kızılderelisin’!

sen bu nehrin en derin yerisin.”

Şair artık kendisine hitap etmektedir. İsa Yar şiirini tanımlarken “Ben’den yola çıkarak bizi anlatan, ben’de bizi saklayan bir dil” demiştik. Burada “sen” hitabında özne hem şairin kendisi hem de benzer hissiyatla fikir yalnızlığı çeken herkestir. Şehirde bir “Kızılderili” olmak fıtrata ve doğal olana tabi olan için çok anlam ifade eder; anlayana… Zamanda ve mekânda “hayat” dediğimiz (nehir gibi) akışın içinde, iç âleminde derinliğe ulaşanların sığ ve sathi olanlardan ayrıldığını anlıyoruz.

“yıkasın çağ günahlarını sende,

kirlenen sen değilsin

sen, o çocuksun.”

Kirletilmiş bir çağda yaşamakla beraber, saadet asrından uzaklaşıldıkça kirlenen ahir zamanlara şahit olmaktan da mustarip olan şair, kendinden emindir; kendinden yani iman ve istikametinden.

“şehir, dışındaki kir!

şehir senden de fakir.

sen ey!

çık şehirden

bu nehirden

gir kendi içine

kendi içine gir…”

 Şehir, artık irfanı, medeniyeti değil, belki nesebi sahih olmayan karma ve kimliksiz ‘uygarlığı’ ‘kültürü’ temsil eder hale geldiğinden; şair şehirden yani kabalık ve kalabalıktan uzaklaşmak, kendi içine (kendi irfanına) sığınmak ister…

Bu yazıyı şöyle bağlayabiliriz. Şairi arı ve şiiri bal ile sembolize edersek, İsa Yar hiçbir kovanda değildir. Onun şiiri saftır. O bir şair… Öte yandan “iyi bir şair aynı zamanda iyi bir nasirdir” kelamını ölçü alırsak, denemede özgün, güçlü ve üslup sahibi bir kalemdir ki yazdıklarını şiir kitabıyla beraber nihayet bastırmıştır; (İçimin tenhasında SAKLI SÖZLER şiirvakti yyay. 2012) En iyisi, siz kitapları temin ederek İsa Yar’ın içinin tenha sahilinde biraz dolaşın; iyi gelir…

 

*Divanyolu Dergisi /Kasım 2017