Doğmak sancısı


.
.
.
.
       Sorsalar, hayatımızı anlatmaya ‘doğumumuzla’ başlarız. Bu biyografik olarak doğru ise de, hakikaten hayatımız doğumla mı başlar? Yoksa biz bir hayatın içine mi doğarız?
      
Belki biz bir hayatın içine doğarız ve hikâyemiz başlar. İçine doğduğumuz hayat bizim hikâyemizi de belirler;  yola çıkış noktamız olur.
      
Biz bir hayata doğarız. Bu hayat, aynı zamanda bir kültür, medeniyet, mekân, coğrafya ve aidiyetler bütünüdür. Bizi, hikâyemizi şekillendiren, tanımlayan da önce bunlardır. Biz, bizden önce başlayan bir hayatın ‘dâhil olduğumuz’ safhasını yani kaderimizi yaşarız. (Bu kader, yaşarken bir keder/ruh gurbeti olabilir ancak bilmeliyiz ki bu keder ebedî bir saadetin bu tarafta gerçekleşen bir doğum sancısıdır…)
      
Dünyaya gelirken sancımızı annemiz çeker. Doğumla, bu a’rafta sancı taraf değiştirir ve bizim sancımız doğmakla başlar. Adeta bir sancı gibi bırakılırız yeryüzüne. Yaşamak dediğimiz ve gölge zevklerle süslenmiş, saklanmış, artan/azalan bir sızı gibi süren bu sancının adını koyalım: var oluş sancısı. Bazen fikir zannederiz, bazen his. Oysa, ruhun gurbeti hissetmesinin adıdır bu sancı.  Bu sancının niteliğinin farkında olana, var oluşun bilincini idrak edene şair diyebiliriz. Şair, mütefekkir, âlim, arif,  sanatkâr…
      
Demek ki biz bir hayatın içine doğarız ve hikâyemiz başlar. Bir yol hikâyesidir bu ve hep aynı yere çıkar ya da aynı kapıya: ölüm ve mezar! İçine doğduğumuz hayat bizden önce şekillenmiştir. Her doğan, yaşanmışın, bir hatıranın içine doğar ve o hatırayı taşır, adını alır, temsil eder, sonra kendisi bir hatıra olur. Tanımlanmış, yaşanmış/yaşanmakta olan, zaman-mekân çizgisinde kıyametini beklemektedir. Varlık ve insanlık âleminin büyük kıyametine ilerleyen bu zaman-mekân çizgisinde her insan ‘an gelir’ kendi kıyametini yaşar. Zaman-mekân sahnesinde rolü, imtihanı tamam olan için perde kapanır. Bir perdelik rol biter ve hayat asıl o zaman başlar. Ölüm, bize bahşedilmiş imkânın, sürenin, zamanın ve dolayısı ile sancının bittiğini ya muştular ya da o sancıyı aratacak bir azabı ilam eder. Muttakiler için bu sancı baş tacıdır. Ne ki bu fanide acıdır; belki ab-ı hayat ilacıdır…
      
Biz bir hayatın içine tertemiz doğarız.  Ruhumuz gurbeti idrak eder. An gelir, bedenimizi, gurbete/bütün kirlenmişlikleri örten mütevazı toprağa terk ederek, ruhun vatanına geldiğimiz gibi gideriz… Ardımızda bir yol hikâyesi bırakarak.

İsa YAR

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir