Kibrit kutusunda hatıralar…


.
.
.

 

Bugünün çocuklarında nasıl tezahür eder bilmem ama şimdi anlıyorum ki bizim çocukluğumuzda her bir nesnenin hayata karışmış bir anlamı vardı. O nesne her ne ise sadece asli işlevi ile değil çağrışımlarıyla da anlamını çoğaltırdı. Şairin “her nesnenin bir bitimi var ama/ aşka hudut çizilmiyor Mihriban”  deyişi ise bahsimiz dışındadır. Hafızanın en muhkem, derin ve kalıcı yanı kanaatimce çocukluk hatıralarıdır. Hele, çocukluğunuz köyde veya kasabada geçti ise bazı nesnelerin çocuk muhayyilesinde kazandığı anlam, eşyanın fevkindedir. 

Elektriğin ve elektronik aletlerin imkânından mahrum ve fakat 14 numara gaz lambasının nice masal saklayan loş ışığında aydınlanan müstakil evlerde sükûnetle genişleyen ahenkli bir huzuru içten hisseden çocuklardık biz. Üç mevsim kuzine/soba yanan kırmızı kiremitli Karadeniz evlerinde ocaklık tabir edilen kısımda (betona yüz vermemiş Anadolu evlerinde hala mevcuttur)  umumiyetle fındık/kızılağaç odunuyla ocak yanar, sacayağı üzerinde bir yemek kazanı fokurdar, isli çaydanlıkta çay demini alırdı. Briket duvarda gölgeler şekillenir, ahşap döşemeye serili kilimin üzerinde ya da yer minderinin rahatlığında oyunlar oynardık. Ocaklığın üst kısmında bir çıkıntıda muhakkak içinde ‘vasatî’ kırk çöp olan birkaç kutu kibrit sıralanır,  hemen yanı başında bir çiviye takılı yarım rükûda gaz lambası asılı olurdu. “Lüküs” tesmiye edilen ve günün şartlarında lüks olan daha aydınlık lambalar her evde bulunmazdı. Bir kenarda muhakkak gazyağı, 7–14 numara lamba camı, lüks fitili ve kibrit yedeklenmiş olarak bulunurdu. Lamba yandıkça islenen camlar her gün parlatılır, kullanılmadığı sürede cam kısmı dantel kılıfla kapatılırdı.  

Babamızda gümüş renkli bir muhtar çakmağı illa bulunur ancak her evde ateş ya da lambayı yakmak için kibrit kıllanılırdı. Boş kibrit kutuları çocuk oyunlarımızda önemli bir malzeme teşkil ederdi. Birbirine ekleyerek tren/vagon imal eder ya da kutunun her bir yüzeyine “Bey, Çavuş, Onbaşı…” gibi şeyler yazar, sırayla düz bir zemin üzerine atar ve hangi yazı üste gelirse o an o rol bizim olurdu. Misket (biz pıtık derdik) oyunlarında gazoz kapağı, elbise düğmesi alışverişinde kibrit kutusunun geniş yüzeyi de tedavüle girerdi.   

Bizim çocukluğumuzda eşyaya/nesneye aşkın bir anlam yüklenmezdi belki, lakin kibrit deyip geçilmez, gereksiz yere bir çöpünün harcanması israf sayılırdı. Belki de halk irfanında her şey geleneğe yaslanan yetiştirme tarzının hayatta karşılığı olan unsurlarıydı. Hayat hayatın içinde öğrenilirdi. Kimse kimseye “gel sana hikmet öğreteyim” demezdi muhakkak, ancak öyle tabiî bir yaşayış sergilenirdi ki biz çocuklar almamız gerekeni oradan farkında olmadan alır, şuur altına atar ve ömrün herhangi bir safhasında o tevarüs edilmiş bilgi bir çıkmazda tutunduğumuz ip olurdu. Okul yıllarımızda olsun seçici/şuurlu okumalarımızda olsun, kitap bilgi ve kültürün kaynağıydı muhakkak ama ‘hayat bilgisi’ denilen şey ciltlere sığmaz da mesela bir kibrit kutusunda temerküz edebilirdi…  Bir kibrit kutusunda hikmet arama ya da felsefî çıkarım yapmak değil maksadım ancak eşyanın/nesnenin varlığında dahi bir ‘lazım’ sebep olmalı.  Kibrit, yanmak ve tutuşturmak için vardır. Belki budur varlık sebebi: yanmak ve tutuşturmak! Bu vazifeyi ifa etmeden önce herhangi bir nesnedir kibrit; kürdan inceliğinde yontulmuş odun parçasıdır, bir parça kükürttür, biraz potasyum klorat, tutkal veya nişastadır; kutu yan yüzeyinde fosfor, cam tozudur ve fakat (burnu) sürtünmeden yanamaz, yakamaz! Bir alev olur yanar, yandıkça bükülür, tutuşturur, kömürleşerek vazifesini tamamlar. Adeta anlık bir var/oluş! Kibrit artık ışıktır, ısınmaktır, ocakta pişen aştır; elhasıl ihtiyaçtır. Bacadan çıkan duman, hanenin-hayatın belirtisidir… 

İnsanın kibritten öğreneceği bir bilgi yok mudur? “Hamdım, piştim, yandım” diyen büyük mutasavvıfın işaret ettiği manayı, kibrite anlam olarak katmamız pekâlâ mümkündür. İnsan dahi kibrit gibi, yeryüzünde çileli bir sürünmeyi/hakikate sürtünmeyi yaşamadan hikemî yanmayı nasıl başarabilir. Yetişmiş ve yetiştirebilen kâmil insanlar böyleydi muhakkak. Onlar aşkla yandılar ve aşkla tutuşturdular maşuku; aşk olsun… 

İmdi, popüler kültürün dayattığı,  sözüm ona,  plastik medeniyetin “kullan-at” tüketim pazarında hiçbir çağrışımı olmayan elektrikli/gazlı çakmaklar kibritin yerini almış olsa da, kimsenin hafızasında bir kibrit çöpü kadar hatırası yoktur. Zaten kibrit kutusu gibi üst üste dairelerden müteşekkil apartmanlarda, ocaklığında kibrit istiflenmiş tek katlı evlerin geniş ferahlığı da yoktur. Kibrit, birçok nesne gibi artık muteber addedilmese de yüklendiği anlamı hâlâ muhafaza ederek varlığını sürdürüyor. Işıltılı şehir gecelerinde gökteki yıldızlar nasıl birden fark edilmez ama oradadırlar; kibrit de çocukluğumuzun uzak ikliminde pek çok hatırayla bir yıldız gibi bize göz kırpmaktadır…   

Demem o ki, kibrit, çocukluğumuz gibi bir hatıra olup hayatımızdan çekilirken, bize yanmak düştü vesselam. 

İsa YAR 

*Lamure dergisi / sonbahar 2009

 

Bir cevap yazın

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir